Savaş; devletlerin, aralarındaki ekonomik ve siyasal anlaşmazlıklar gibi nedenlerle, siyasal ilişkilerini keserek, birbirlerine karşı ordularıyla giriştikleri silahlı eylemlere verilen addır.
Müslüman âlimlere göre savaş, Müslümanların yaşadığı ülkelerin güvenliğini tehdit eden veya İslam’ın insanlara ulaşmasını engelleyen güçlerle mücadele etmenin son aşamasıdır. Bu sebeple İslam dinindeki savaş anlayışını, sömürü ve kötülük amacıyla yapılan savaşlardan ayırmak için “cihat” kelimesi kullanılmaktadır. Ayrıca İslam’da ganimet elde etmek, şeref veya şöhrete ulaşmak için yapılan savaşlar eleştirilmiş ve yerilmiştir.[1]
İslam hukukuna göre savaşmanın kuralları vardır. Bu kurallar, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (sav) sünneti[2] temelinde şekillenmiştir. İslam hukukunda savaşmanın kuralları şöyle özetlenebilir: Düşmanların İslâm ülkesine saldırması durumunda, genel seferberlik ilan edilmektedir. Tüm Müslümanların (akıl-baliğ, hür, erkek) savaşa katılması farzdır (zorunludur). Savaş hukuku kuralları uygulanacağı için savaşın başlangıcını belirlemek önem arz etmektedir. Bu da savaşın ilân edilmesi ve taraflarca bilinmesiyle mümkündür. Bundan dolayı girişilecek bir savaştan önce, eğer varsa, karşı tarafla yapılmış antlaşmaların bozulduğunun haber verilmesi Kur’an’da açıkça emredilmiştir.[3]
Şu da ilave edilmelidir ki İslâm hukukçuları, “Düşmanla karşılaştığın zaman ona üç seçenek sun. Bunlardan hangisini seçerse sen de kabul et ve onlara dokunma. Onları önce Müslüman olmaya çağır, kabul ederlerse onlara dokunma. Eğer kabul etmezlerse cizye vermelerini iste; olumlu cevap verirlerse kabul et ve kendilerine dokunma. Eğer bunu da kabul etmezlerse Allah’tan yardım dileyerek savaş” mealindeki hadise dayanarak savaşmadan önce mutlaka İslâm’a davetin gerekliliği konusunda hemfikirdir.[4]
Savaş halinin gerektirdiği bazı istisnalar dışında, genel olarak İslâm ülkesinde Müslümana helâl sayılan (izin verilen) şeylerle haram olanlar (yasaklananlar) savaşın yapıldığı düşman ülkesinde de aynı hükmü taşımaktadır.
Askerî maksatlarla veya düşmanı aldatmak için savaş hilelerine başvurulabilir. Hz. Muhammed’in (sav), “Savaş hiledir” şeklindeki tespiti, savaşta uyanık olup tedbiri elden bırakmamak gerektiğini ve karşı tarafı şaşırtacak oyunlardan faydalanılabileceğini göstermektedir.[5] Ancak söz konusu savaş hileleri, düşmana karşı verilen sözlerin tutulmaması anlamına gelmemekte, savaş şartlarında bile ‘doğruluk’ esas tutulmaktadır.
Savaşa bizzat veya dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, engelliler, hastalar, yaşlılar, mabetlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile kendi işlerini yürütmekte olan çiftçi, işçi ve iş adamlarının öldürülmesi İslam savaş hukukuna göre yasaktır. Hz. Muhammed’in (sav) savaşlarda ölümlerin mümkün olduğu kadar azaltılması yönündeki tavsiyeleriyle “Öldürme konusunda insanların en affedici olanları Müslümanlardır” sözü buna işaret etmektedir.[6]
İslam hukukunda savaş esnasında veya sonrasında düşman askerlerini yakmak veya cesetleri üzerinde tahribat yapmak yasaktır.[7] Düşman tarafın kadınlarına tecavüz etmek ve onlarla gayri meşru ilişki kurmak yasaktır. Karşı taraf Müslüman rehineleri öldürse bile, suçun bireyselliği ilkesine[8] göre düşman rehineleri öldürmek yasaktır.[9]
Hz. Muhammed’in (sav) “Yağmalayan bizden değildir”[10] ve “Yağma tıpkı murdar hayvan eti yemek gibi haramdır”[11] şeklindeki uyarıları gereğince yağmalamada bulunmak yasaktır. Beslenme ihtiyacını gidermek veya düşmanın savaş gücünü kırmak amacıyla yapılması ya da harekât zaruretinin bulunması dışında bitki dokusunu ve diğer canlı varlığını yok etmek doğru değildir.[12]
Stratejik mevkileri, kale vb. yerleri tahrip etmek, ateşe vermek, su altında bırakmak savaş gereklilikleri çerçevesinde serbesttir. Aynı şekilde düşmanın su kanallarını kesmek veya kullanılmaz hale getirmek de izin verilenler arasındadır.[13]
Cinsiyet ve yaş şartı aranmaksızın her gayrimüslim savaş sırasında veya zimmet anlaşması imzalanmamışsa savaş sonunda esir alınabilir.[14] Bununla birlikte esirlere kötü davranılması yasaklanmış, barınma ve beslenmelerine özen gösterilmesi, aile fertlerinin birbirinden koparılmaması, özellikle kadın esirlerin namusu konusunda titizlik gösterilmesi istenmiştir.
Savaş; karşı tarafın İslâm’ı kabul etmesi veya teslim olması, fethin gerçekleşmesi, süreli veya süresiz barış antlaşması yapılması, ateşkes antlaşması imzalanması, Müslümanların mağlubiyeti veya savaşı bırakması yollarından biriyle sona ermektedir. Savaşı hangi taraf kazanırsa kazansın can ve mal kayıpları olmaktadır. İslam’a göre Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için -yukarıda bahsedilen şekillerde- savaşa katılıp ölen Müslümanlar şehit sayılmaktadır.
Şehit olmak, Müslüman için en güzel ölüm sebebidir. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de şehit olanlar için şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”[15]
[1] Buhari, Cihad, 15; Müslim, İmare, 149.
[2] Sünnet: Hz. Muhammed’in hal ve davranışlarıdır.
[3] Enfâl, 58.
[4] Müslim, Cihâd, 3; Ebû Dâvûd, Cihâd, 82.
[5] Buhârî, Cihâd, 157; Müslim, “Cihâd”, 18; Tirmizî, Cihâd, 5
[6] Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 78-79; Şevkânî, VIII, 71 vd.
[7] Buhârî, Cihâd, 149; Müslim, Cihâd, 3.
[8] Suçun bireyselliği ilkesi: Bu kural gereğince, kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir, başkasının işlediği fillere ortak olmadıkça sorumlu tutulamaz. Buna göre karşı taraftan biri rehine öldürürse, bireysellik ilkesi gereği bundan onlar sorumludur. Burada bir kısas uygulanmaz ve karşılık olarak rehine öldürülmez.
[9] Serahsî, el-Mebsûṭ, X, 169.
[10] Ebû Dâvûd, Ḥudûd, 14; Tirmizî, Siyer, 40.
[11] Ebû Dâvûd, Cihâd, 128.
[12] Haşr, 5; Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 52-55.
[13] Haşr, 2.
[14] Enfâl, 67-69; Muhammed, 4.
[15] Al-i İmran, 169- 170.