Cariye; yabancı ülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilerek alınıp satılan ve her konuda efendilerinin isteklerine uymak zorunda olan kadın kölelere verilen isimdir.
İslam öncesinde cariye anlayışı kabileler arası çarpışmalar ve yağmalar ile varlığını devam ettirmiştir. Topluma göre kadın ve erkek köleler hayvandan aşağı olarak algılanmaktaydı. Dolayısıyla bu insanlar insanlık dışı işlerde çalıştırılıyor, her türlü işkence ve kötülüğe uğruyorlardı. Bazen aç ve susuz bırakılarak ölüme terkediliyor, bazen de öldürülüyorlardı. Köle bir anneden doğanlar köle kabul ediliyorlardı.[1] Kadın ve erkek köle sahibi olmak toplumda teşvik edilen bir durumdu. Sırf bunun için başka kavimlere baskınlar düzenliyor ve erkekleri öldürerek kadınları esir ediyorlardı.[2] Böylelikle esir alınan kadınlar cariye durumuna düşüyorlardı.
İslam dini için ise savaş esirlerinin mutlaka köle, cariye statüsüne geçirilmesine dair bir kural yoktur; şartlara göre karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılabilirler. İslâm dinine göre insan için asıl olan esaret değil hürriyettir.[3] İslam kölelik kurumunu vahşi ve ilkel suretten çıkarıp, insanî bir hayata kavuşturmuştur. Köleye, cariyeye birçok hak verilmiş ve bunlar devletin himayesi altına alınmıştır. İslâm hukukunda esas itibariyle köleliğin tek kaynağı savaştır. Savaş esirlerinin kaderi İslâm devletinin alacağı karara bağlıdır; bunlar karşılıksız olarak veya fidye mukabilinde salıverilirler.[4]
Yalnız İslâm hukukunda görülen bir uygulama olarak da devlet, gelirlerinin belirli bir bölümünü köle, cariye azadına tahsis etmiştir: “Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, âzat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.”[5]
İslam’ın cariyeliğe getirdiği sınırlar: İslam cariyelik meselesine de bir sınır çizmiş ve cariyelerle olan ilişkiye ahlaki bir boyut getirmiştir. İslam hukukunda iki tür evlilikten bahsedilmektedir. Biri hür kadınlar ile yapılan evliliktir. Diğeri ise cariyeler ile yapılan evliliktir. İslam âlimlerine göre, bir kadınla birlikte olmak ancak iki şekilde helal olur (izin verilir); nikâh sözleşmesi ve mülkü’l-yemin (cariyenin mülkiyetini elinde tutma) sözleşmesi ile olur[6]: “Sadece eşleriyle veya ellerinin altında olanlarla (cariyelerle) yetinirler, bundan dolayı da kınanacak değillerdir.”[7]“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan cariye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”[8]
İslâm hukukunda cariyeler diğer kadınlardan farklı bir statüye tabidirler. Efendileri geçimlerini sağlamak ve namuslarını korumak mecburiyetindedirler. Onlara iyi davranılması da Kur’an’da emredilmektedir.[9]
İslam hukukunda bu konuyla ilgili önemli bir kavram da “teserri” kavramıdır. Bunun anlamı; cariye olarak elde edilen bir köle kadını eş olarak almaya, onunla birlikte olmaya karar vermek demektir. İslam hukukuna göre, teserri olgusu, sadece cariyeye sahip olmakla gerçekleşmez. Nikâh akdi dışında, normal kadınlarla evlilikte gereken bütün şartların hazırlanması gerekir.[10] Efendilerinden bir çocuk dünyaya getirdikleri zaman bu çocuk hür (özgür) statüsündedir.[11]
İslam dini, cariyeliği kaldırmamış ama toplumda cariyeliğin gittikçe azalması ile ilgili adımlar atmıştır; cariyelerin azat edilmesini teşvik etmiştir: “Bir kimse, erkek veya kadın mü’min bir köle azat ederse, Allah o kölenin her âzası karşılığında bir azasını cehennemden azat eder.”[12]Hz. Muhammed (sav), cariyeye iyi eğitim verip, yetiştiren ve zamanı gelince de evlen(dir)en kişinin çok kazançlı çıkacağını ifade etmiştir: “Kim yanındaki cariyeyi terbiye eder ama ihsan ile terbiye eder, okutup yetiştirir ama ihsan ile okutup yetiştirirse, özgürlüğüne kavuşturur sonunda da evlen(dir)irse iki mükâfat kazanır.”[13]
Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da “mukâteb”liktir. Bu, efendisi tarafından bir kıymet takdir olunarak, kölenin bu parayı kazanıp ödemesi yoluyla azat olmasıdır: “Bedelini ödeyerek hür olmak isteyen köle ve cariyelerinizin -kendilerinde hayır görürseniz- tekliflerini kabul edin. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin.”[14]
Bir Müslümanın yaptığı bir hatanın veya kusuru sonunda günahını affettirebilmesi için kefaret ödemesi gerekmektedir. Çünkü bir Müslüman insan ilişkilerinde yaptığı bir hatayı veya yanlışı düzeltmek için çabaladığı gibi Allah ile olan ilişkisinde de yaptığı bir yanlışı düzeltmek için çabalamalıdır. Ramazan orucunu bozan, yanlışlıkla insan öldüren, yeminini bozan kimseler, bu hatalarının affı için kefaret öderler. İşte bu kefaretlerin başında cariye azat etmek ilk sırayı almaktadır.[15]
Hz. Muhammed (sav), “Sizden kimse kölem, cariyem demesin. Köle de sahibim, sahibem demesin. Efendi, oğlum, kızım desin. Köle de efendim desin. Zira hepiniz kölesiniz. Efendi de aziz ve celil olan Allah’tır” demiştir.[16] Hadisten de anlaşılacağı üzere İslam dini, cariye ile efendisi arasında eşit hayat ve geçim şartını getirmiştir. Cariye olan kişinin ailenin bir ferdi olarak görülmesi, efendi ile cariyenin aynı sofrada yemek yemesi tavsiye edilmiştir.
[1] Cevâd Ali, V, 573-574.
[2] Taberî, Târîḫ, I, 227.
[3] İbn Kudâme, el-Muġnî, VI, 112.
[4] Muhammed, 4.
[5] Tevbe, 60.
[6] Reddu’l-Muhtar, 3/163.
[7] Müminun, 6.
[8] Nisa, 3.
[9] Nisa, 36.
[10] Muğni’l-Muhtac, 20/316; el-Bedai’, 8/344-45.
[11] İbn Mâce, “ʿItḳ”, 2.
[12] Müslim, Itk: 21.
[13] Buhârî, Itk, 16.
[14] Nur, 33.
[15] Mücadile, 3.
[16] Buhârî, Itk, 17.